Skip to content
depresyon

Depresyondan Çıkma Kılavuzu

İnsanın çekişmeli iç dünyasının kavgalarından bir tanesi de depresyonla verilen amansız savaş. 3 ay önce klinik psikoloji eğitimi almak için taşındığım Polonya’da bu kavgayı en dibine kadar yaşadım ve kullandığım yöntemleri paylaşabilirim diye düşündüm. Öncelikle bu yalnızlığın neden hissedildiğini ve insanın olma mücadelesinde neden zaman zaman kendisinden şüpheye düştüğünü anlatmak istiyorum. 

İnsan doğar büyür ve ölür. Bu üç kelimeye sığan kocaman insan hayatı aslında bu üç kelimenin üzerinde ince bir çizgide geçer durur. Her gün yeniden doğarız, her gün bazı yanlarımızla ölürüz. Gündelik hayatın güzellikleri ile felsefi dünyamızın yarattığı karmaşaları dengelemek de bu döngünün bir parçasıdır. İnsanın “oluşma” hikayesinin yani… Biricikliğimizi farkedip kendi yelkenimizle mi açılacağız dünyaya yoksa başkalarının teknelerinde çalışarak mı geçireceğiz hayatımızı? Ne için geldiğimizi keşfedebilecek miyiz bu hayata? Yardım etmek için mi? Sanat yapmak için mi? Belki de felsefe yapmak için geldik… Bir aile kurmak için de olabilir. İçimizde yanan ateşin nereye gitmek istediğini bulana kadar da kendimizi yakıp duruyoruz. Benim kavgam da belirmek, kendimi yaratmak ve bu deneyimin sadece bana ait olduğunu ve aktarılamayacağını kabul etmekle çözülmeye başladı. İnsanın yalnızığı ile barışması sözde kolay ve mantıklı ama gerçeklerle karşılaştığımızda ise hepimizin yalnızlıktan kaçmak için uydurduğu yöntemler var. Üstelik bu yöntemlerin bir kısmı bizi sevilebilir ve sevebilir biri yapan taraflarımıza dönüşüyor.

Peki neden sevilmek istiyoruz? Sevginin ne kadar iyileştirici ve insan deneyiminin belki de en güzel parçası olduğu kısmını bir kenara bırakırsak sevgi aslında güvenlik ihtiyacımızı karşılıyor. Henüz yeni doğmuş bir bebek olarak geldiğimiz dünyada diğer insanların sevgisi bizi hayatta tutuyor. Annemiz gözünü bizden bir an bile ayırmıyor ve ailenin diğer üyeleri de etrafımızda pervane oluyor. Bu sevgi yumağı, yeni doğan bebeğin hayatta kalmasını sağlıyor. Sonra büyüdükçe bağımsızlaşan bebek artık bu düzeyde bir korunmaya ihtiyaç duymuyor. Yine de uzun yıllar boyunca bir bakım verenin çok yakın ilgisi olmazsa sağlıklı kalamıyoruz. Dünyanın merkezi olduğumuzu hissettiğimiz bu bebeklik dönemi adeta yaşamımızın tamamını etkileyen altından bir dönem gibi. Burada edindiğimiz bilgiyi tüm yaşamımıza genelleyerek yetişkinliğin serin sularına dalıyoruz. İşte bu sırada adapte olurken sorunlar yaşayanlarınız varsa, yalnız değilsiniz!

Gündelik basit işlerimizi düzenlemek, yemek yapmayı programa sıkıştırmak, bedenimize ve zihnimize iyi bakmak için yöntemler geliştirmek zorundayız. İkili ilişkilerimizi dengede tutmak ve aynı zamanda da kendi hikayemize her gün bir satır daha yazmak, içimizde tutuşan meşaleyi harlayacak adımları atmak zorundayız. Hayat bunlardan oluşuyor. Dışardan gelecek bir yardım eli olmadan da bunları yapabilecek hale gelmek için ise bence biraz acılı bir yoldan geçmek zorundayız. Tıpkı bir bebeğin yürümeyi öğrenmesi gibi biz de bir yetişkin olarak kendi hayatımızı sevmeyi ve onu sevdiğimiz aksesuarlarla donatmayı öğrenmek zorundayız. Burada zorundayız dediğime aldanmayın. Tüm bunları yapmadığımızda da hayatta kalabiliyoruz. Ama o zaman sebebini bilmediğimiz bir iç sıkıntısı ile psikologlara koşturup doyumsuz ikili ilişkilerden şikayet ediyoruz. Kendimize iyi bakma sorumluluğumu almadığımızda bedensel sağlığımızı da bozuyor ve zorlu bir hayat geçiriyoruz.  

Ben tüm bu ikilemlerin içinde bir o yana bir bu yana savrularak geçirdiğim zamanların ardından, her şeyin en sonunda gelip basit bir karar anına dayandığını keşfettim. Kendi gücümü farketme ve kullanma kararı. Bir sihirli el beni gelip karanlığımın içinden çıkarmayacaktı. Bir dost ya da bir sevgili gelip tüm yaralarımı onarmayacaktı. Annem eskisi gibi elimden tutup beni bir yerlere götüremezdi. Birileri bunu denediğinde bile sonuçlar istediğim gibi olmuyordu zaten. Herkesin kendi zirvesine tırmanması anlamına gelen bu zorlu yolculuk tek kişilik bir yolculuktu. Ben, kendi kendimin annesi ve babası olmadıkça hayat aynasına gülümseyemeyecektim. Kendim olma savaşımda, zorlu anları geride bırakıp kendi gücüme sarıldığım anlarda olağanüstü deneyimler yaşıyordum. Ben kendi yolculuğuma çıktığım anda benimle birlikte herkes bir anda otantikleşiyor ve “kendi”leşiyordu. (Bana öyle görünmeye başlıyorlardı) İçimden herkese ve her şeye karşı sonsuz bir sevgi taşıyor ve sanki dünya maskesini düşürüyor ve bana gülümsemeye başlıyordu. O anlarda kullandığım çalışma masası bile normal dışı bir parlaklık saçıyor gibi geliyordu. Aslında dışarda değişen hiçbir şey olmadığının bilincinde olan ben, bu değişim karşısında şok olmuş halde ve zevkten dört köşe kalıp kendi tanrılarıma şükranlarımı sunuyordum. Bu anlarda yaydığım sevgi ve kendilik hissi de etrafımdaki kişileri ve olayları daha net görmemi, fırsatları değerlendirebilmemi sağlıyordu. Hayat aslında her an el uzatıyordu ama kendi içine gömülmüş bir zihin ile bu yardımları görmek ve almak da zorlaşıyordu. İşte bu küçük aydınlanma anları, benim yardım için ağlayan zihnimi aşarak, yetişkin bir kadın olma yolculuğumda dinlendiğim küçük ara duraklar haline geldi. Bu aydınlanma anlarını kendini kandıramayan bir kişi olmama borçlu olduğumu düşünüyorum. Ne kadar istersem isteyeyim, ben kendi yolumda yürümüyorsam bir başkasının hayatına eklemlendiğimde mutlu hissedemiyordum. Bu mutsuzluk da beni depresyona ve oradan da az önce bahsettiğim aydınlanma anlarına götürüyordu, bu benim pek sevimli küçük döngüm halini almıştı.

Peki neydi bu ayınlanma anları? Gerçekten dış dünyada hiçbir şey değişmediğine ve dünya tüm olağanlığıyla, tüm güzel ve kötü yanlarıyla etrafımda hiç değişmeden titreştiğine göre değişen elbette bendim. Ama ne oluyordu o anlarda? Nasıl bir zihinsel duruma geçiyorum da her şeyi bir fırsat, yeni günüme renk katacak bir ihtimal olarak görebiliyordum? Nasıl oluyordu da aklıma o anlarda her şeyi daha iyi yapacak parlak fikirler geliyordu? Ne özelliği vardı o özel anların?

Cevabı şu: O anlarda seçim şansım olduğunu farkediyordum. Özgürdüm. Bu seçimi kendimi süründürecek şeyler için de kullanabilirdim, kendimi yüceltecek şeyler için de. Benim yaş grubumdaki insanların sık sık düştüğü bir hata (benim de sık sık düştüğüm bir hata) olduğunu gözlemliyorum. Mutlu olmak için kısa yollar kullanıyoruz; mutluluğun o an istediğin şeyleri yapma özgürlüğü olduğu yanılsaması içindeyiz. Kolay zevklere yöneliyoruz ve biraz sıkıntı ve emek ile elde edilmiş görece daha kalıcı mutlulukları es geçiyoruz. Bu tıpkı kocaman bir tatlıyı bir anda mideye indirip sonra da fazla kilolarından şikayet etmek, daha kalitesiz bir nefes ve ve bedene sahip olduğun için üzülmek gibi bir şey. Tatlıyı yerken her şey harika, sonrasında ise sonuca katlanmak zorundayız! Dopamini telefonumuzdan, serotonini ise alkol ya da yemeklerden elde etmeye çalışıyoruz. İnsanın kendini gerçekleştirmesi, bir konuda zamanla iyi olmasının ödülü olan dopamin ve serotinine ise pek yüz vermiyor gibiyiz. İşte bu aydınlanma anlarında bu farkındalıklara kavuşuyordum. Canım eskisi gibi bir dizinin bölümlerini ard arda izlemek istemiyordu. Kendimi biraz zorlamam gereken daha büyük işlerime öncelik veriyordum. Canım yapmak istemese bile kendimi masanın başına oturtmaya karar veriyordum. O dersin konusu ilgimi ilk anda çekmese bile ilgimi oraya yöneltmeye karar veriyordum. Ve bir mucize gerçekleşiyor ben ısrarcı oldukça konular ilgi çekici hale gelmeye başlıyordu. Ben ilerledikçe, ilerlemenin keyfi tüm hayatımı saran bir arka fon haline geliyordu. O zaman izlediğim bir bölüm diziden ya da yediğim ufak bir parça çikolatadan da o kadar keyif alıyordum ki; ikinciye ihtiyaç duymuyordum. O zaman içtiğim kahvenin bile tadı değişiyordu. Ben hayatı ciddiye aldıkça o da beni ciddiye alıyor ve ödüllerimi hiç geciktirmeden veriyordu. 

Kendini sevmek nedir sizce? Bunu çok duyuyoruz. Kendini sev, kendinle barışık ol. Peki kendini sevmek aynanın karşısına geçip “ay canım benim tatlı Bigecim ne de güzelsin sen” demek midir? Sanmıyorum… ???? Kendini sevmek, kendini sevecek şeyleri yaptığında kendiliğinden oluşan bir duygu durumudur bence. Eğer içinizdeki ateş size daha dolu bir hayat yaşamanız için gerekenleri fısıldarken ona kulak tıkayanlardansanız (ben bu gruba dahil olduğum çokça zamanlardan geçtim) kendinizi tam anlamıyla sevmeniz mümkün değildir. Kendini sevmeyen bir kişi de başka hiçbir şey sevemez. Çünkü sevginin yapısı böyle. Taşarak paylaşılıyor. Sizden taşan sevgi ile bir başkasını sevebiliyorsunuz. Sizin sevme kabınız boşsa bir diğer kişiyi sevemiyorsunuz. Sevdiğinizi sanabiliyorsunuz ama gerçek sevgileri yaşamaya başladığınızda anlıyorsunuz ki eskiden yanılmışssınız. Kendinizi sevmek için de aktif olup bazı adımlar atmanız gerekiyor. Hayat ciddiyetle yaşanan bir şey olduğunda güzel. Buradaki ciddiyet kaşları çatıklık anlamında kullanmıyorum. Tam duymak, tam bakmak, tam dokunmak ve tam anlamıyla “olmak” anlamında kullanıyorum. Kendinizi onurlandırmak anlamında kullanıyorum. Varlığınızı farkedip ve onu bir adım ileriye taşıyacak kararları verebilmeniz için sahip olmanız gereken bir hal olarak kullanıyorum. Bana kalırsa, gerçek mizah bile böyle bir ciddiye alış olmadan yaratılamıyor. Nazım Hikmet’in şiirinde bahsedilen ciddiyetten söz ediyorum.

“Yaşamak şakaya gelmez,
Büyük bir ciddiyetle yaşayacaksın
Bir sincap gibi meselâ,
Yani, yaşamanın dışında ve ötesinde hiçbir şey beklemeden,
Yani bütün işin gücün yaşamak olacak..”

Peki fikirsel anlamda kendini sevmek, anı yaşamak ve karar vermek üzerine çokça konuştum. Pratikte neler yapabilirsiniz? Ben neler yapıyorum? Karanlık anlardan kendinizi çıkarmak için nasıl adımlar atabilirsiniz? İşte önerilerim… 

Meditasyon 

Ben psikolog kimliğimin yanında yoga eğitmeni kimliğine de sahibim. Bu nedenle meditasyon pratiği yapmanın hem bana hem de öğrencilerime çok iyi geldiğini her an görüyorum. Gözlerinizi kapatıp beden duyumlarınızı ve nefesinizi izlemenin ve içinizdeki sessiz alana bir ziyarette bulunmanızın birçok faydası var. Ben her gece yatmadan önce 30-60 dakika yapmaya çalışıyorum. Bazen kaytardığım oluyor. Meditasyon yaparak uyuduğum günlerin sabahlarına ise çok daha neşeli ve gülümseyerek uyanıyorum. 

Yürüyüş 

Eğer çok bunaldığınız ve kendini tekrar etmeye başlamış bir duygu durumu içerisindeyseniz, ayakkabılarınızı giyip kapının dışına adım atmak bile zorlu gelebilir. Yukarıda anlattığım gibi seçim sizin. Bu zorluğa rağmen çıktığınızda da havanızın değişmesine izin verin. Kötü düşünceler siz onları hayatınızda tutmaya devam ettiğiniz için bu kadar yoğunlar. Birbirlerini doğuruyorlar. Bu kısır döngüyü kırmak için dünyaya karışın. Ben öyle yapıyorum. İnsanları seyrediyorum, hayvanları seyrediyorum. Bazen gereğinen fazla önemsediğim iç dünyamı renklendirecek ve dikkatimi dışarıya yönlendirecek detayları araştırıyorum. 

Spor 

Biraz terlemek toksinleri atmak herkeste işe yarayan bir ilaçtır. Kalp atışınızı hızlandıracak bir aktivite yapmanızı öneriyorum. Bedeninizin ataletli olmasına izin vermeyin, eğer evde motive olmak sizin için zorsa bir salona yazılın. Ben kaya tırmanışı yapıyorum. Bazen salona gitmek bile zor oluyor ama giderken ve dönerkenki duygu durumum arasında çok fark oluyor. Bedenimizin kullanılmak için yaratıldığına inanıyorum. Onu tüm gün yatırmayın, yorun biraz! 

Sosyal Aktiviteler 

Arkadaşlıklarınızı besleyin. Bir arkadaşınızı kahve içmeye davet edin. Beraber dans etmeye çağırın. Onların davetlerine de gidin. Covid herkese kendisiyle uzun süreler geçirmeyi öğretti. Yine de fazla uzun süre insansız kalmanın mental sağlığınız için pek de faydalı olmadığını unutmayın. Her yeni insan, dünyaya açılan yeni bir kapıdır. Bu nedenle sizi seven, sizin de sevdiğiniz insanları besleyin. Her şey sizin seçiminiz ve insiyatifinizle gerçekleşiyor. Benim dünyamda arkadaşlarım benim için çok önemli. İnsanlarla vakit geçirmekten çok keyif alıyorum ve onların ihtiyaçlarını gözetmeye çalışıyorum. Bu bir alma verme dengesine dönüşüyor. Sonrasında da içten ve derin bir sevgiye… 

Temizlik 

Alanınızı temizleyin. Eğer bir işe başlamak sizin için zorsa önce kendinize bir sahne hazırlamakla başlayabilirsiniz. Temizlemek ve temizlenmek insana ve ortama bir tazelik getiriyor. Ben bu tazelikle başladığım işlerden daha fazla verim aldığımı hissediyorum. Temizlik benim için kendime ve işime duyduğum saygıyı sembolize ediyor. O nedenle eğer ortam dağınık ve pisse işe temizleyerek başlıyorum. 

Okumalar 

Benim kişisel yolculuğumda daha önce benimle aynı duyguları hissetmiş büyük zihinlerin ürünlerine sarılmak çok büyük bir yer tutuyor. Sanki satırların arasından bir el uzanıyor bana ve kendimi okudukça daha dik oturur halde buluyorum. Her şeyin insanca olduğunu unutup kendimi yıprattığım anlarda herkesin benimle aynı hisleri yaşadığını ve bunun da deneyimimizin bir parçası olduğunu hatırlıyorum kitaplar sayesinde. Ya da bir roman karakterinin maceralarını düşünmek, onu merak etmek günümün renkli ve keyifli bir olayı haline geliyor. 

Yardım Edin 

Eğer yardıma ihtiyacınız varsa yardım edin. Bir sokak hayvanına, bir çocuğa, bir insana… Vermenin büyüsü olduğuna inanıyorum. Verdikçe alacak alan açılıyor içimizde. Dünyanın merkezi olmadığımızı hatırlıyor ve bu bilgi ile kendi yolumuzda daha rahat yürüyebiliyoruz. Kurtarın, iyileştirin, koruyun… Sizin önemsediğiniz şeyler parlayacak, boşverdiğiniz şeyler de yitip gidecek hayatınızdan. Vermeyi önemseyin. 

Yardım Alın 

Yardım isteyin lütfen! Güvendiğiniz bir arkadaşınızdan, bir uzmandan, bir videodan. Akıl akıldan üstündür. Sizin göremediğiniz bir açıdan bakan birisi gününüzü aydınlatabilir. 

Back To Top