Skip to content

Dinliyorum

Çok üzgün görünüyorsun…

 

Üzgün görünüyorum, çünkü üzgünüm. Kökü eskilerde bir ağacı fark ettim bugün. 

 

Ah… Biraz tarif etsene? 

 

Biraz şaşırdım aslında. Mutlu bir anı gibiydi başta. Düşündükçe omuzlarım düştü. Yanına gittikçe kötü bir koku gelmeye başladı güzel bir çiçekten, öyle düşün istersen. 

 

Anladım galiba… İstersen önce neydi güzel görünen ondan bahset biraz. 

 

Çocukluktan bir bayram anısı. Güzel bir bayram öncesi hazırlığı. Bizimkiler bana yeni yeni kıyafetler almışlar, kendilerine… 

 

Sana yeni bayram kıyafeti mi almış annenler? 

 

Evet, kendilerine…

 

İki farklı şey söylüyorsun tek cümlede. Biraz daha anlatsana, belki yol açılır…

 

Bayramlıklar işte, kendimi içinde paketlenmiş ve sunulmaya hazır bir bayram şekeri gibi hissettiğim etiketleri batan, düzgün dursun diye çekiştirdiğim mükemmel kıyafetler. Çok düzgün görünüyorlar üstümde, ya da ben onların içinde çok düzgün görünüyorum ya da bilmiyorum. Tam sevdikleri gibi, kaliteli, çirkin. Tam onlar için. Ve mutlular… Çok mutlular beni öyle gördükleri için. Ben de iyi hissediyorum onları mutlu gördüğüm için, ama sanırım bunlar benim anılarım değiller. 

 

Biraz yabancı bir his galiba. 

 

Evet, yabancı! Kendimi yabancı hissediyorum o vakte. Benim suskun bir seyirci gibi takip ettiğim diyaloglar canlanıyor aklımda, uyanıyorlar o köklerle. 

 

Sen pek dahil değil gibisin? 

 

Kesinlikle değilim. Belki, büyük ihtimalle ya da hayal meyal derinlerde bir yerde hiç olmazsa bir monoloğum vardı ama dışarısı öyle gürültülüydü ki duyamadım hiç. 

 

Tanıdık mı peki bu his? 

 

Şimdi düşününce, evet. Her şeyin en iyisi, en uygunu, senin için alındığında hep, bir elma sana “Bak şurayı kırmızıya boya, burayı da biraz da beyaz yap, parlamış gibi olsun” diye tarif edildiğinde bir yetişkin tarafından, kafandaki kahverengi noktalı, sarımsı yeşilimsi elma, pamuktan bir bulut gibi dağılıveriyor. 

 

Ne oluyor öyle olunca?  

 

Neyi sevdiğini bilmek, neyi yapmak istediğini anlamak ve ne yapabileceğini bulmak gerçekten uzun zaman alabiliyor öyle olunca işte. Herkes hayatıyla ne yapacağını biliyor gibi. Sanki geriden geliyorsun hep. 

 

Hatırlıyor musun nasıl geldin buraya? 

 

 Evet, bir ağacın toprağımın derinliklerine batan kökünü takip ettim. 

 

Ve bunu çok cesurca yaptın. 

 

Öyle mi dersin? 

 

Elbette. Hem de neye ihtiyacın varmış, adını koydun işte. 

 

Neye varmış ihtiyacım? 

 

Sen söyle. Görüyorsun o çocuğu orada, önünde boya kalemleri, dinliyor tarifleri. Kıyafetler serili yatağa. Hepsi sevginin bir sembolü ama hiçbirinde senin izin yok, bu sevgi kime diye düşündün durdun işte. 

 

Evet, dinlemişsin. Sağol. 

 

Dinliyorum. 

 

Sağol. 

 

O çocuğa ne lazımsa belki onu düşünsen iyi olur biraz. Onun karmaşık hüznünü bulmuşsun toprağında. Ne şanslısın ki bulmuşsun. Ne olduğunu anlamayacak kadar yeniyken bu dünyada etrafta olup biten karmaşık şeylere şimdiki sen olarak yaklaşmak belki biraz daha farklı olabilir. Ne dersin? 

 

Bu sevgiye itiraz gibi geliyor biraz… 

 

Sevgiye mi itiraz, yoksa içinde kendine yer bulamamana mı? 

 

Aaa… 

 

Yaa…

 

Kendini dinleyince sözünü kesmeden, baya işe yarıyor galiba 🙂 

 

Tabii, her ağaç bakım ister. ağrıyan yerlerini dinle, ihtiyacı duy ve düzenle. Bi’ dakka nereye gidiyorsun? 

 

Bugünlük yeter, Kararlarımı duymaya, onları anlamaya, onlar için saygı talep etmeye, denemeye, yanılmaya… 

 

Yani? 

 

Yani yaşamaya! 

 

Harika!

Back To Top